PORTAL C

SİZDEN GELENLER ARŞİVİ

Bu site bir destanın ürünü ve bir halkın öyküsüdür... Hoş geldiniz...                                                                                                                          Hak yemedik hak dağıttık ; zulme karşı saç ağarttık...

 

YAZAN: Ç

TARİH: 26/09/2010

TÜR: ÖYKÜ

 

       1.      

       “İlk romanımın basılıp, ortaya çıkmasıyla birlikte, benim komplekslerim de baş gösterdi. Yaz hadi söylediklerimi, yazsana! Bakma öyle sersem sersem yüzüme, yaz”!

       Ne yapıyım sayın okur, başka çarem yok. Yukarda okuduğunuz gibi yazdım işte. Bu arada o da, vezirin önündeki piyonu iki kare ilerleterek oyunu başlattı.

       “Ne yazdın, oku bakalım”?

       “Söylediğiniz gibi yazdım işte, teyzeciğim.”

       “Sana oku dedim”!

       “İlk romanımın basılıp, ortaya çıkmasıyla birlikte, benim komplekslerim de baş gösterdi.”

       “Sersem, ben sana böyle mi söyledim, kıçından kelime uydurma! [komplekslerim]in önündeki [benim]kelimesi fazla, karala onun üstünü. Bir daha da söylemediğim sözcükleri, söylemişim gibi yazma. Karaladın mı”?

       “Karaladım teyze”

       “Hadi yap hamleni, bir saat seni mi bekleyeceğim ben”?

       Piyonuna karşılık, vezirimin önündeki piyonu ben de iki kare sürdüm.

       “Ah! Bu oyunun sırası mıydı şimdi. Gece hiç uyumadım. Ağrı, hırsla yuvasına dönen bir yılan gibi sırtımdan girdi içime. Kıvrıla kıvrıla karnıma, oradan da ciğerlerime vardı. Küçük küçük parçalar kopardı sabaha kadar ciğerlerimden, ah”!

       “İsterseniz berabere bitirelim oyunu. Siz de çıkıp biraz istirahat edin, sonra yine oynarız.”

       Kaşlarını çatınca yüzü akbabanın yüzüne benzedi.

       “Pislik herif, dalga mı geçiyorsun sen benimle! Bunları yaz diye söylüyorum sana, yaz diye! Berabere bitirelimmiş, lütfedersiniz beyefendi. Hey, kime söylüyorum, yaz çabuk”!

       O bağırırken, önümdeki kareli harita metot defterine, [Ah bu oyunun sırası mıydı şimdi] diye yazdım. Devamını unutmuşum. Eğer gene kızacak olursa, bu defa patlayacağım.

       “Yazdım teyze.”

       “Hele şükür! Nasıl becerebildin, yoruldun mu, arkana bir yastık koyup, çay getireyim mi, yoksa kahve mi istersin, şekeri nasıl olsun beyim? Ahmak seni! Oku şimdi son yazdığını”

       “Ah bu oyunun sırası mıydı şimdi.”

       “Gece hiç uyuyamadım.”

       Hemen bunu da yazdım. Yazdığımı gördü, bir şey demedi. Ah, ben nasıl bir dert aldım başıma? Bu bunak kadından nasıl kurtulacağım? Ne bu satrancın sonu gelir, ne de henüz ilk cümlelerini yazdığımız şu romanın, ah ah! Böyle giderse bundan önce mezarı ben boylayacağım!

       “Heey”!

       Şu bağırması yok mu, öldürücü bir zehri, suratımın tam ortasına tükürür gibi.

       “Alooo”!

       Siyah, ölü gözlerini dikmiş, bana bakıyor. Tahtaya baktım, solundaki atı çıkmış. Şahımın önündeki piyonu gene iki kare ilerleterek öbürünün yanına getirdim. Tam tahtanın ortasını yavaş yavaş ele geçirdiğimi düşünüyordum ki, birden elinin tersiyle bütün taşları devirdi. Vernikle parlatılmış tahta taşlar, camdan bir şey kırılmış gibi, şangırtıyla laminant parkenin üzerine döküldü.

       “Demek oyunu yavaşlatıp, beni bıktırmaya niyetlisin, seni uğursuz! Nasıl da çekmişsin annene, o da böyleydi, hiçbir işi beceremediği için boyuna sahtekârlık eder dururdu”!

       Ama ben bir taraftan da senin saçma sapan sözlerini yazıyorum, diyemedim tahmin edeceğiniz gibi.

       “Topla şunları, yeniden diz”!

       Diye bağırdığında ben çoktan eğilmiştim masanın altına. Bakıyorum, şah, vezir, filler, masanın ayağının dibine devrilmiş bir beyaz at… Ruhu tanrı katına çıkarken, bir ara dönüp, az önce çarpıştığı savaş meydanına bakan bir asker gibiydim.

       Ağlamaklı olduğumu sezmiş gibi,

       “Zırlamayı kes de, topla şu taşları” dedi.

       “Topluyorum ya işte”!

       Taşları birer birer toplamaya başladım.

                                                                                                  Yazan: Ç.